ASKERİ YARGITAY KARARI

  1. Daire – 09.05.2006, 787/801

HEKİME HAKARET

HEKİMİN HASTAYI RET HAKKI

Görevli memura hakaret suçundan sanık sivil şahıs (E.Mu.Kd.Alb.) Ensar Ö. hakkındaki Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinin 19.08.2005 tarih ve 2005/67-169 sayılı mahkûmiyet hükmünün, sanık tarafından süresinde temyiz edilmesi üzerine, Askeri Yargıtay Başsavcılığının 21.04.2006 tarih ve 2006/2599 sayılı onama görüşünü içeren tebliğnamesi ekinde Dairemize gönderilen dosya üzerinden yapılan temyiz incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Askeri Mahkemece; sanığın, 12.02.2004 tarihinde görevli memura hakaret suçunu işlediği kabul edilerek eylemine uyan ASCK’nın Ek-6, 765 sayılı TCK’nın 266/2, 59/2, 647 sayılı Kanunun 4 ve 6’ncı maddeleri uyarınca sonuç olarak 1.191 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine karar verildiği,

Bu hükmün sanık tarafından “hakkında uygulanan 765 sayılı TCK’nın 266/2’nci maddesinin 5237 sayılı TCK’da karşılığının bulunmadığı, ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinin 765 sayılı TCK’nın 266’ncı maddesine yaptığı yollamanın 5237 sayılı TCK’nın 125/3-a maddesine de yollama yaptığı şeklinde kabul edilemeyeceği, her iki maddedeki unsurların farklı olduğu, ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinde askeri mahallerde asker kişilere yönelik eylemler belirtildiği hâlde 5237 sayılı TCK’da asker aleyhine işlenen suçlar için özel bir madde bulunmadığı ve bu nedenle askeri mahkemenin görevli olmadığı, öte yandan mahkemece 5237 sayılı TCK’nın genel hükümlerinin dikkate alınmamasının hak ihlaline neden olduğu, hakaretin somut bir fiil veya olgu isnadıyla olmadığı kabul edilmesine karşın suçun oluşumu için bu unsuru arayan 5237 sayılı TCK’nın 125’inci maddesinin lehe kanun kuralı uyarınca uygulanarak beraet kararı verilmek yerine 765 sayılı TCK uygulanarak mahkûmiyet kararı verilmesinin kanuna aykırı olduğu, dava konusu sözleri hakaret kastıyla söylemediği, şikayetçinin ‘doktorun hasta reddetme hakkından’ bahisle aşağılayıcı bir tutumla olay çıkarma gayreti içinde olduğu, şikayetçi doktor ve onun yanında çalışan hemşirenin anlatımlarına itibar edilirken savunmaya itibar edilmemesi nedenlerinin hükümde açıklanmamasının usûle aykırı olduğu” belirtilerek temyiz edildiği,

Tebliğnamede, mahkûmiyet hükmünün onanması yönünde görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Yapılan incelemede; sanık Emekli Mu.Kd.Alb.E. Ö.’nın prostat hastalığı nedeniyle 12.02.2004 günü GATA B Polikliniğinde Doç.Tbp.Kd.Bnb. Mete K.’e muayene olduğu, muayene sırasında sanığın medyada kolay bir ameliyat yöntemi olarak yansıtılan green light tedavisi hakkında sorular sorduğu, müşteki Doç.Tbp.Kd.Bnb. Mete K.’in konu ile ilgili açıklamalar yaparak ‘birçok hastanın prostatla ilgili sorular sorduğunu, bu soruların cevaplarını kapsayacak şekilde ve hastaların anlayacağı bir dille bir kitap yazmayı ve green light yöntemi, prostat rahatsızlıkları ve tedavi yöntemlerini yazmayı düşündüğünü’ söylediği, sanığın konu ile ilgili olarak oluşan sohbet ortamında ‘siz tembelsiniz, neden yazasınız ki’ dediği, bu söze şaşıran Doç.Tbp.Kd.Bnb. Mete K.’in ‘Ben mi? Tembelim’ sorusu üzerine sanığın ‘Evet tembelsiniz’ cevabını verdiği, bu konuşma üzerine müştekinin ‘muayeneye devam etmeyeceğini, sizin nasıl doktor seçme hakkınız varsa, benim de hasta seçme hakkım bulunmaktadır, bu deontolojik olarak böyledir’ diyerek muayenenin bittiğini bildirdiği, sanığın muayene odasını terk ederken kapıyı açtığı sırada ‘İnsanlar doçent olabilir ama adam olamaz’ diyerek gittiği, muayene sırasında odada hemşire Yasemin T.’un bulunduğu, sanığın savunması, tanık ve müştekinin anlatımları ile maddi vakıa olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinin 1’inci fıkrası, “Birinci askeri yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde, karakollarda, kışlalarda, karargâhlarda, askeri kurumlarda, yerleşme veya konaklama amacıyla kullanılan bina veya mahaller içinde; askerlere fiilen taarruzda bulunanlar, sövenler veya hakaret edenler veyahut askerlik görevlerine ilişkin işleri yapmaya veya yapmamaya zorlamak için şiddet veya tehdide başvuranlar Türk Ceza Kanununun bu fiillere ilişkin 188, 190, 191, 254, 255, 256, 257, 258, 260, 266, 267, 268, 269, 271, 272 ve 273’üncü maddeleri uyarınca cezalandırılırlar.” şeklinde olup, 353 sayılı Kanunun ‘asker olmayan kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmaları’ başlığını taşıyan 11/B maddesinde, ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinde gösterilen suçları askerlere karşı askeri mahallerde işleyenlerin davalarına askeri mahkemelerde bakılacağı öngörülmüştür.

Sanık hakkında bir askeri kurum olan GATA’da asker kişi olan Doç.Tbp.Kd.Bnb. Mete K.’e muayene olduğu sırada ona hakaret etmek suretiyle ‘görevli memura hakaret’ suçunu işlediği isnadıyla ASCK’nın Ek-6’ncı maddesi yollamasıyla 765 sayılı TCK’nın 266/2’nci maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış olup, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu 01.06.2006 tarihinde yürürlükten kalkarak bu tarihten itibaren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girmiştir.

5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun ‘Yollamalar’ başlıklı 3’üncü maddesinde, “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.” denildiğinden, 765 sayılı TCK’nın ‘resmi sıfatı haiz olanlar aleyhinde cürümler’ başlığını taşıyan 9’uncu Faslında yer alan 266’ncı ve devamı maddelerin yeni kanunda karşılığını oluşturan maddelerin belirlenmesi gerekmektedir.

Bilindiği gibi, 765 sayılı TCK’nın 266’ncı maddesinde unsur ve cezası tanımlanan görevli memura hakaret suçunun oluşumunda, mağdurun resmi sıfatı haiz bir memur olması, hakaretin memurun huzurunda ve ifa ettiği vazifeden dolayı vuku bulması koşuldur. Eylemlere ve sözlere muhatap olan memurun, faile karşı görev yapmış ya da yapıyor olması aranmayacaktır. Yalnız, memurun görevi ile hakaret, sövme veya saldırı arasında ilişki bulunması yeterlidir. Madde metni, taarruz ve hakaretin “kavlen veya fiilen” vukuu hallerini aynı derecede ceza sorumluluğunu gerektirir mahiyette kabul etmiştir. Suç kastı yeterli olup ancak, failin taarruz ve hakaret ettiği kimsenin sıfatını bilerek fiilini icra etmiş olması gerekir. Memurun kişiliği, memurluk sıfatı ve bu sıfatla görev yaptığı belli olmalı ve bilinmelidir. Fail, hakaret ettiği memurun bildiği sıfatına göre cezalandırılabilir. Kanun bu fiile tertip edilecek cezayı taarruz ve hakarete maruz kalan memurun haiz olduğu resmi sıfatı nazara alarak üç ayrı kısımda birbirinden farklı cezalar tayin etmek suretiyle bir ayırıma gitmiştir. Diğer taraftan madde hakaret fiilinin mahsus madde isnadıyla vuku bulması hâlinde cezanın artırılmasını öngörmektedir. Mahsus maddenin ne anlama geldiği konusunda uygulama ve doktrinde yerleşen kritere göre, isnat edilen fiilin mahsus olduğunun kabulü için bu madde veya fiili ayırt etmeye yetecek derecede kişi, yer, konu, zaman ve gerçekleşme biçimine ilişkin tamamlayıcı koşulların belirtilmiş olması gerekir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan şerefe karşı suçlar başlığı altındaki hükümler incelendiğinde, 765 sayılı TCK’dan farklı olarak suçla korunan hukuki yarar esas alınarak değişik yerlerde düzenlenen tahkir suçlarının tek bir başlık altında 125 ve devamı maddelerde toplandığı görülmektedir. “Devlet İdaresi Aleyhinde İşlenen Cürümler” başlığını taşıyan üçüncü bab dokuzuncu fasılda “Resmi sıfatı haiz olanlar aleyhinde cürümler” başlığı altında düzenlenen memura hakaret ve taarruz suçunu düzenleyen 266’ncı madde, 5237 sayılı TCK’da şerefe karşı suçlar başlığı altında toplanan maddelerden birisidir. Bu duruma göre belirtilen suçun genel tahkir suçları arasında düzenlenmiş olması yasa koyucunun bu suçlarla korunan hukuki yarar bakımından anlayış değişikliğine giderek mağdurun şerefini, haysiyet ve namusunu, toplum içindeki itibarını, diğer fertler nezdindeki saygınlığını öne çıkardığını, bir başka deyişle, bu suçlarla Devlet idaresi değil, mağdurun şeref ve haysiyetinin korunmak istendiği görülmektedir.

5237 sayılı TCK’da yapılan düzenlemede 765 sayılı Türk Ceza Kanununda benimsenen hakaret ve sövme suçu ayırımı kaldırılmış olup, bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahsus madde isnadından söz edilmemekte, madde ile somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek şeklinde seçimlik hareketli bir suç getirilmiş olmaktadır. Yapılan düzenlemede, 765 sayılı TCK da yer alan mahsus madde tabirini açıklığa kavuşturacak bir biçimde, ‘somut bir fiil ve olgu isnat etmek’ teriminin kullanılmış olduğu görülmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren ilk hâlinde seçimlik hareketler arasında ‘yakıştırmalarda bulunmak’ şeklinde bir hareket şekli mevcut olup, 29.06.2005 tarihli ve 5377 sayılı Kanunun 15’inci maddesiyle bu ibare metinden çıkarılmış ve madde metni “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.” şeklini almıştır. 5377 sayılı Kanunun yapılan değişiklikle ilgili gerekçesi, “Maddenin birinci fıkrasında yer alan sövme ve yakıştırma ibarelerinin aynı anlama geldiği yönündeki eleştiriler dikkate alınarak ‘ya da yakıştırmalarda bulunmak’ ibaresi madde metninden çıkartılmıştır. Ancak, belirtilmek gerekir ki bu değişiklik, madde gerekçesindeki yakıştırmalarda bulunmaya ilişkin açıklamaların hukuken geçersizliği anlamına gelmemektedir.” şeklinde belirtilmiştir. Bu değişiklik, Kanunun gerekçesi de göz önünde bulundurulduğunda şeref ve haysiyete yönelik olumsuz yakıştırmalarda bulunmanın esas itibariyle sövme suçu içinde değerlendirilebilecek olan soyut değer yargılarını içeren sözler olarak anlaşılması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

5237 sayılı TCK’nın 125’inci maddesinin gerekçesinde, “Hakaret suçunun oluşabilmesi için, kişiye somut bir fiil veya olgu isnat edilmelidir. Keza, kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırılmadan, soyut olarak yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de, hakaret suçu oluşur. Kötü bir niteliği veya huyu ifade eden sözler, somut bir fiil veya olguyla irtibatlandırılmadıkları hâlde, yine de hakaret suçunu oluştururlar. Dikkat edilmelidir ki; davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekir.” denilmek suretiyle hakaret suçunu oluşturan somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlere açıklık getirilmiştir. Bu düzenlemeyle her ne kadar 765 sayılı TCK’daki hakaret ve sövme suçları arasındaki ayırım kaldırılmış olsa da suçun maddi unsuru bakımından bu ayrımın korunduğu ve bu suçların hakaret üst başlığı altında toplanarak aynı ceza ile cezalandırıldığı görülmektedir.

Öte yandan, 5237 sayılı TCK’nın 125’inci maddesinde, hakaretin kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi bir ağırlatıcı sebep olarak kabul edilerek, cezanın alt sınırının bir yıldan az olamayacağı öngörülmüştür.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, ASCK’nın Ek-6’ncı maddesinde belirtilen ve yollama yapılan 765 sayılı TCK’nın 266’ncı maddesindeki ‘görevli memura hakaret’ suçunun karşılığının, 5237 sayılı TCK’nın 125’inci maddesinin 3’üncü fıkra (a) bendinde gösterilen ‘kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret’ suçu olduğunda kuşku bulunmadığından, sanığın yüklenen görevli memura hakaret suçunun 5237 sayılı TCK’da tam karşılığının bulunmadığına ve bu nedenle ASCK’nın Ek-6’ncı maddesindeki koşullar oluşmadığından askeri mahkemenin görevli olmadığına ilişkin temyiz nedenlerinin reddine karar verilmiştir.

Somut olay irdelendiğinde, sanığın hastalığı ile ilgili olarak bilgi alma aşamasında, doktor ile aralarında oluşan sohbet ortamında, doktorun hastaların her duyduğuna inanmalarını eleştiren bir üslupla hastaların prostat konusunda aydınlatılmasına yönelik kitap yazma vaadinde bulunması üzerine, sanığın bu yönde gecikildiğini ifade etmek ve durumu eleştirmek amacıyla ve ancak amacını icapsız bir biçimde ifade ederek ‘tembelsiniz’ demesi, müştekiyi küçük düşürmeye matuf bir söz niteliğinde değildir. Fiilin hakaret niteliğinde olup olmadığının tespitinde, sarf edilen sözün soyut bir değer yargısı olarak değerlendirilmesi yeterli olmayıp tarafların sosyal durumları, sözlerin söylendiği yer, tarafların tahkirden önceki ilişkisi de göz önünde tutulmalıdır. Soyut olarak ele alındığında kötü bir huyu ifade ettiğinde kuşku bulunmayan ‘tembel’ sözünün, dava konusu olayda herhangi bir tartışma ortamında söylenmeyip aksine sohbet esnasında sarf edilmesi ve ‘tembelsiniz niye kitap yazasınız ki’ şeklinde bir anlatım biçimiyle müştekinin sözünü ettiği kitabın o güne kadar yazılmasında geç kalındığının ifade edilmek istendiği açıkça anlaşıldığı hâlde bu sözün hakaret içerdiğinin kabulünde isabet bulunmamaktadır. Müştekinin kendi şeref ve onuru hakkında gösterdiği aşırı hassasiyet fiile böyle bir nitelik vermeye yeterli olmayıp, sarf edilen sözün müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide eder bir niteliği bulunmamaktadır. Ancak, müştekinin hasta seçme hakkını kullanarak muayeneye devam etmeyeceğini belirtmesi ve muayeneyi bitirmesi üzerine, sanığın muayene odasını terk ederken müştekiye yönelik olarak sarf ettiği ‘İnsanlar doçent olabilir ama adam olamaz’ şeklindeki sözler, müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide eden bir nitelik taşımakta ve sanık tarafından bilerek ve isteyerek tahkir kastıyla söylendiğinde kuşku bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, sanığın muayenede sohbet sırasında sarf ettiği ‘tembelsiniz’ sözünün hakaret içeren bir niteliği bulunmamakla birlikte, sanığın muayene odasından çıkarken söylediği ‘doçent olmasına karşın adam olamadığına’ ilişkin soyut mahiyette ve olumsuz bir değer yargısının ifadesi olan sözleri sarf etmek suretiyle, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçunu işlediği anlaşılmaktadır.

Sonradan yürürlüğe giren bir kanunla fail lehine bir hüküm getirilmediği sürece suç, işlendiği zamanın kanununa tâbidir. Gerek 01.06.2005 tarihine kadar yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 2/2 ve gerekse 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Kanunun 9 ve 5237 sayılı TCK’nın 7/2’nci maddelerinde, suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanunun uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir

Sanığın subay sıfatını haiz müştekiye yönelik olarak mahsus madde isnadı olmaksızın işlediği hakaret eyleminin işlendiği tarihte yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 266’ncı maddesinin 2’nci fıkrasına uyduğu ve anılan maddede ‘üç aydan iki seneye kadar hapis ve 440 YTL adli para cezası’ öngörüldüğü; oysa 5237 sayılı TCK’nın 125’inci maddesinin 3’üncü fıkra (a) bendinde gösterilen ‘kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret’ suçu için aynı maddenin 1’inci fıkrasında belirtilen cezanın alt sınırının bir yıldan az olamayacağının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu duruma göre sonradan yürürlüğe giren kanunun gerek suçun unsurları yönünden gerekse eyleme uyan ceza ve seçenek yaptırımlar ile erteleme kuralları yönünden sanık lehine bir hüküm getirmediği açıkça belli olduğundan, Mahkemece eylemin cezasının, cezaya seçenek yaptırımlar ile erteleme kurallarının suçun işlendiği zamanın kanununa göre belirlenmesi isabetlidir.

Ancak,

765 sayılı TCK’nın 272’nci maddesi, memurun memuriyet hududunu tecavüz ederek veya keyfi hareketleriyle 266, 268, 271’inci maddelerde belirtilen fiillerin vukuuna sebebiyet vermesi hâlinde cezanın dörtte bire kadar indirilmesini ve icabına göre büsbütün de kaldırılmasını öngörmektedir. Bu maddede özel bir haksız tahrik kuralı söz konusudur. Memuriyet hududunu tecavüz kavramı, memurun görev ve yetkisi dahilinde olan bir işi yasa ve idari düzenlemelerde belirtilen yöntem ve koşulların aksine ve sınırını aşarak ifa etmesidir. Keyfi hareketler ise, görevin yasada yazılı koşullar ve biçimlere uyulmadan kişisel düşünce, tutum ve davranışlarla, yasaya aykırı biçimde yapılmaya kalkışılmasıdır. Memurun yapmakta olduğu görevi, nezaket kurallarına aykırı biçimde yapmaya kalkışması, konuşma, soru-cevaplarda kibarlık ölçüleri dışında hitap edilmesi, keyfi hareketlerdendir. İlk önce fail tarafından yapılan haksız bir fiile karşı memurun keyfi bir muameleyle karşılık vermesi hâlinde dahi maddenin uygulanması mümkündür. 5237 sayılı TCK’nın 129’uncu maddesinde de aynı yönde bir düzenleme yapılmış olup, bu maddenin 1’inci fıkrasına göre, mağdur kendi haksız hareketleriyle hakarete neden olmuş ise, haksız hareketinin ağırlığını göz önüne almak suretiyle hâkim, failin cezasını azaltabileceği gibi gerektiğinde tümüyle kaldırabilecektir.

Somut olayda, müştekinin hasta seçme hakkını kullandığından bahisle muayeneyi bitirerek sanığın odadan çıkmasını istemesinin, sanık yönünden özel haksız tahrik oluşturup oluşturmadığı irdelendiğinde,

Hasta Haklarına İlişkin Avrupa Statüsünde (Kasım 2002, Roma), her bireyin kendi sağlık durumu hakkında, mevcut sağlık hizmetleri ve onlardan nasıl yararlanabileceği konusunda ve tüm bilimsel araştırma ve teknolojik yenilikler ile ilgili bilgi alma hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır. 01.08.1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ‘Hasta Hakları Yönetmeliğinde’ hasta hakları arasında sayılan genel olarak bilgi isteme hakkı, “Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.” şeklinde açıklanmıştır.

Doktorların deontoloji bakımından uymakla yükümlü olduğu kuralları belirleyen ‘Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nin 18’inci maddesine göre, doktor, mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir ise de, bu serbestlik acil yardım, resmi ya da insani vazifenin ifası gibi hâllerde söz konusu değildir. Bu nedenle somut olay itibarıyla, resmi bir kurumda resmi bir iş yapan ve resmi iş yapıyor olmasından dolayı ASCK’nın Ek-6 ve 5237 sayılı TCK’nın 125/3-a maddeleri ile himaye altında bulunan müştekinin hastayı reddetme hakkı bulunmamaktadır. Aksinin kabulü, kamu görevlisinin hakaret suçu yönünden kanunla daha fazla cezayı gerektirir şekilde korunması esasıyla da bağdaşmaz.

Açıklandığı üzere, sanığın sarf ettiği ‘tembelsiniz’ sözünün sarf edildiği ortam ve tarafların ilişkisi nazara alınmaksızın hakaret içerdiğinin kabulü isabetsiz olduğu gibi, somut olayda hastasını reddetme hakkı bulunmayan müştekinin bu keyfi davranışının, yıllarca Türk Silâhlı Kuvvetlerine hizmet etmiş ve emekli olduktan sonra da emekli asker personel sıfatıyla kurumla bağını sürdüren sanık yönünden bir haksız fiil niteliğinde olmasına karşın, sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 272’nci maddesinin uygulanması gerekirken, bu hususun hiç irdelenmemesi Kanuna aykırı olup, tesis olunan mahkûmiyet hükmünün sübutun hatalı şekilde kabulü ve uygulama yönünden bozulmasına karar verilmiştir.

SONUÇ VE KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Sanığın temyizine atfen ve resen, 353 sayılı Kanunun 221/1’inci maddesi gereğince mahkûmiyet hükmünün sübutun hatalı şekilde kabulü ve uygulamadaki Kanuna aykırılık yönünden BOZULMASINA,

Tebliğnameye aykırı olarak, 09.05.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.